“Yiğidi öldür ama hakkını inkar etme” deyimini yeri geldikçe kullansak da, bazen kendi kendimizle öylesine çelişiyoruz ki sormayın gitsin.
Şimdi “Bu da nereden çıktı” deyip hayrete düşmeyin hemen. Anlatacağım.
Geçtiğimiz günlerde kentimizde, Mersin Yerel Tarih Grubu tarafından bir etkinlik düzenlendi.”Dekovilin Peşisıra” isimli etkinliği ana konusu Uray Caddesi.
Bu tür etkinliklerin kent kültürüne çok şeyler katacağına inananlardanım.Ancak, aralarında akademik kökenli isimlerinde bulunduğu grubun düzenlediği etkinliğin konusuna büyük emek vermiş insanların bilerek ya da bilmeyerek görmezden gelinmesini bir türlü kabullenemiyorum.
Takip edemediğim etkinlikte Uray Caddesi ile ilgili bir sergi açılmış. Bazı kişi ve kuruluşlara plaketler verilmiş. Fakaaat, öyle bir gaf yapılmış ki, dönemin Uray Caddesi’ni işyeri işyeri, isim isim tanıtan Şinasi Develi es geçilmiş. Hem kişinin emek verip gün ışığına çıkardığı bilgilerden yararlanacaksın hem de o kişiyi görmezden geleceksin. Bu davranış bir kadirbilmezlik örneğidir.
Benim yakından tanıdığım Şinasi Develi’nin kimsenin vereceği bir plakete ihtiyaç duymadığını iyi biliyorum. Fakat kişiler istemeseler de emek verenleri hatırlayıp hakkını teslim etmek bir insanlık ödevidir.
Geçen yazımda, Gazanfer Uğural’dan söz edip” Kimleri unutmadık ki?” demiştim. Evet kimleri unutmuyoruz ki? Biz bugün Gazanfer Uğural’ı, Şinasi Develi’yi unutursak yarın birileri de bizi unutur.Çok şeyler borçlu olduğumuz nice değerlerimiz var ki, isimlerini bile anmıyoruz!
Oysa böyle mi olmalı?
Her fırsatta yinelerim, zaman ve insan kaybedilince bir daha geri getirilemeyen değerlerdir.İyisi mi zamanımızı iyi kullanıp, insanların özellikle sağlıklarında emeklerinin karşılığını küçük bir teşekkürle de olsa verelim.
Onlar ki, bizlere her zaman ışık olmaktadırlar. Onlar ki, ilerlemiş yaşlarına karşın kuyumcu titizliğiyle her gün yeni eserler üretirken bizlere de bir şeyler öğretirler.
Ben şimdi, Gündüz Artan Öğretmenimi nasıl görmezden gelebilirim?
Gündüz öğretmen ki, her fırsatta ahkam kesen büyük büyük gazetecilerin bugüne kadar yapmadığı, yapamadığı Mersin basın tarihini kitaplaştırarak bir ilki gerçekleştirdi.Eğer ben ve benim gibi birçok arkadaşın ismi gelecek kuşaklara aktarılmışsa-ki, o kitap yer alıyoruz. Bunu Gündüz Artan Öğretmenime borçluyuz.Hiç karşılık beklemeden Mersin’e yayın hayatına kentle ilgili birkaç eser kazandıran, bizlere sıkıştığımız her konuda rehberlik eden Gündüz Artan Öğretmenimizi az şey mi borçluyuz?
Kadirbilmezliklerimiz hep hüzünlendirir beni.Benzeri duyguların sarmalında kıvranırken, yine bir büyüğümüz hakkında yıllar önce bakın neler yazmışım:
“İsmet İnönü Bulvarı’nın Orduevi ile Büyükşehir Belediye Binası bölümündeki güzergaha yolu düşenler, çoğu zaman kendi halinde çelebi birisiyle karşılaşırlar. Karşılaşırla da dikkatleri çekmez. O’nun da zaten böyle bir istemi yoktur. Adeta bastığı yeri örselemekten korkar. Ömrü boyunca da öyle davranmış. İnsanları, doğaya ve tüm güzellikleri sevmeyi ilke edinmiş bu insan, Bedii Demirseren’dir.
Haklı olarak, Bedii Demirseren de kim diyeceksiniz. İçine düşürüldüğümüz her gün bu yaşamda hangi güzelliğin farkındayız ki?
Bedii Demirseren, bankacı, öykücü, dil uzmanı ve en önemlisi de bir insan. Yaptığı güzelliklere ‘ben yaptım’ demeyen, seçtiği yaşam tarzını inançları doğrultusunda sürdürüp asla ödün vermeyen bir insan.
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde görev yaptığı sürece boş durmamış, her çiçekten bal alan arı misali, yurdumuzun insanlarının folkloru ve dilinden aldıklarını asil üyesi olduğu 12 Eylül yönetimi tarafından kapatılan Türk Dil Kurumu çatısı altında sürdürdüğü çalışmalarda öz Türkçemize yansıtmış, yazdığı öyküleri, ‘Büyük Balıklar’, ‘Kutsal Çile’, ‘Marpesan’ isimli kitaplarda toplayarak yazın dünyamıza katkıda bulunmuş bir dil uzmanıdır Bedii Demirseren.
Bugün, dil, edebiyat ve sanattan bihaber olan çoğu yeniyetme köşe başlarında ahkam keserken Bedii Demirseren gibi değerlerimiz, çağ atlatıldığına inandırılan Türk insanının düşürüldüğü durumları içleri ezilerek izliyorlar.
Bedii Demirseren’in öykülerindeki Anadolu insanı kokan lirik tadın, arı anlatımın ve yetkin kurgunun eteğine dahi yetişemeyecek olan sözüm ona kalemler, büyük yazar edasıyla Yeni Dünya Düzeni adı altında yükselen değerlerin savunuculuğunu yapıyorlar.
Yeni Dünya Düzeni savunucuları yükselen değerlerin peşine takıladursunlar, onların peşinden koştukları değerler bir rüzgardır gelir geçer. Kalıcı olansa, yazının başında da değindiğimiz gibi ilkelerdir, ilkeli yaşayan Bedii Demirseren’lerdir.Olayın üzüntü veren boyutu ise, tüm güzellikler ve aydınlanmanın anası olan sanat adına hareket eden birçok kişinin, günümüzde sanatı metaya dönüştürüp yozlaştıran yükselen değerlerin dümen suyuna girmeleridir.
Her fırsatta kültür ve sanat merkezi olduğu iddia edilen Mersin’de, sanatı salt kendi uğraş alanı olan dalla sınırlı gören anlayışlarla hareket edildiği sürece, gerçek anlamda kültür ve sanat gelişmez. Olsa olsa bazı kimselerin hobilerini hayata geçirme alanına dönüşür.
Sonuç olarak, yüzde doksanımız ana dilimiz doğru dürüst bilmeyiz. Okusak yazamayız, yazsak da konuşamayız.
Sağlıklı toplum ve aydınlık bir gelecek için Bedii Denirseren’lerin ne zaman farkına varıp kıymetlerini bileceğiz ne zaman.”( Yüksel Gazetesi.5 Ocak 1998)
Unutanı unuturlar.Unutulmak istenmiyorsak, kadirbilmezlik denen hastalıktan kendimiz korumak yaşam felsefemizin ana öğesi olmalıdır.